11 Mayıs 2014 08:19

Ayşen GÜVEN

İçki içmek hoştur ama sofrası ve muhabbeti başkadır başka. Yıllardır tiyatro sahnelerinden, televizyon dizilerinden tanıdığımız Mustafa Avkıran’ın “Sabahlar Olmasın” albümü adeta böyle bir davet. İçinden içki geçen şarkıların buluştuğu albüme Avkıran’ın hayranlıkla dinlediği kadınlar Ceylan Ertem, Dilber Ay, Sema ve Sibel Tüzün de konuk olmuş. 18 şarkılı albüm, konserlerde 32 parçayla sizi mest ediyor. Özdemir Asaf, Tanju Okan, Cemal Süreya, Müslüm Gürses, Biricik ve Şükran Ay’lar da dizeleriyle, söyledikleriyle ilham olmuş albüme. Bütün hayatların, halkların, inanışların sofrasından geçmiş, edebiyata, müziğe yani sanata her zaman ilham vermiş içki, bu defa şarkıların eşlikçisi olmuş. Şarabın anlattığı, rakının anasonu, kanyağın TEKEL’in kapanışıyla vedası... Hepsi bu toprakların kültüründen damıtılmış fantezisi, arabeski, sanat müziği, türküsü yan yana birlikte söylemenin, söylenmenin güzelliği olmuş. Avkıran bu güzelliğe imza atarken, IV. Murat devrinden sonra yeniden içkimizin, soframızın, sanatımızın, üretmemizin başı iktidarla belada. Mustafa Avkıran, “tam bu nedenlerle içki sofrasının, muhabbetinin itibarını iade etmek istedim” diyor. Şimdi rakınızdan bir yudum alın, gözlerinizi kapayın; “Öyle sarhoş olsam ki / Bir an seni unutsam...” mırıldanmaya başlayın.... Ve güzel bir Pazar günü Mustafa Avkıran’la Ser Hoş Komünite sunar... Aman “Sabahlar Olmasın”!

Rakıyla aranız iyi anladığım kadarıyla. Rakı masası, rakı muhabbeti ne ifade eder sizin için?
Biz geçen gün onu konuştuk. Bizim ilişkimiz 23 yıl olmuş. 23 yıldır bunu yapıyoruz aslında. Yani bu muhabbeti... Özel bir günümüz var mesela; evlilik yıldönümü. Biz o gün de bunu yapıyoruz. Ben aslında çok içen biri değilimdir. Çok çalışan bir adamımdır ama çalışırken içmem. Korkudan içmem, “Ya ağzım dolanırsa”, “ya kontrolü kaybedersem” diye tedirgin olurum. Benim içmelerim iş olmadığı zamanlarda, genellikle akşamları... Bütün bunlarla birlikte hakkaten o muhabbeti çok severim. Bir gün illaki başımıza hastalıklar, bilmem neler gelecek. İşte o gün bu muhabbetten mahrum kalacağım için çok üzüleceğim.

Zaten içki sofrası muhabbeti sanki içmekten öte içmekten ziyade bir şey?

Öyle elbette. Asıl o muhabbete eşlik ediyor. Yemek ve içki muhabbetin eşlikçisi. Bu albümü yaparken de biraz şiarım oydu. Yani bu şarkılar hep böyle dinlenen ama biraz uzaktan gelen şarkılar. Ben o şarkılar merkeze alınsa nasıl olur, diye düşündüm. Hani şarkının eşlikçisi olsa rakı, bunun eşlikçisi olsa muhabbet ne olur? Biraz böyle tersten bir şey dinleme, söyleme hali de oldu.

23 yıldır muhabbetle dediniz başta. Albüm için de bir “aşk” albümü demişsiniz. 23 yıl aşkla, muhabbetle nasıl devam eder?  

Valla işin büyüsü nerede? Öyle onu da oturup konuşmuyoruz elbette. Ama önemli bir şey var; biz birbirimizi çok besledik. Hiç sıkılacak zamanımız olmadı bizim. Bugün çalışıyordum, yarın da çalışacağız. Ama öbür gün çalışmıyorsak bakıp birbirimize “hadi gel Asos’a gidelim, orda 1-2 gün geçirelim” diyebilecek kadar –bu kadar zaman sonra- kendimizi özgür hissediyoruz. İkimizin de aynı sektörde olması mesela bizim için avantajdı. Genelde herkes bunu negatif bir şey olarak söylüyor; “Karımla aynı yerde çalışamam” falan. Biz ötekisini bilmiyoruz belki de. Galiba Övül’ün en uzak durduğu proje bu oldu ama burda bile en sonunda ve en başında o kadar çok şey yaptı ki. Büyüsü galiba sahici olmakta. Çok saygı gösteriyoruz birbirimize, hayatlarımıza. Ama aşkın sebebi birlikte yaptığımız işler ya da tiyatro değil doğrusu (Övül Avkıran’a bakarak gülümsüyor)

Siz o rakı sofrası muhabbetlerinde şarkı söyler miydiniz?

Ben hiç söylemem. Hiç bir sohbette kimse bana bugüne kadar şarkı söyletemedi. Şarkıcılık aslında tiyatro gibi benim için. O bir meslek ve aslında şov dünyasına ait, yani sahneye ait bir şey şarkı söylemek. Şimdi oturup bana şarkı söyle deseniz, bu şarkıların çoğunu ezbere bilmem, söyleyemem. Bazen konserlerde mendile yazıp gönderiyorlar mesela, hakkaten gördüğüm anda gülmeye başlıyorum. “Beyler, bayanlar siz karıştırıyorsunuz galiba ben onlardan değilim. Benim öyle repertuarımda bin şarkı falan yok” diyorum. Ama şu anda 70 şarkı falan oldu. Fena da değil aslında.

“Dünya Meyhane” de var albümde “Öyle Sarhoş Olsam Ki” de, “Hancı” da... Acaba bugün sayısı 70’i bulmuş olan repertuarınızdaki bu şarkıları nasıl belirlediniz?  

Fikir ortaya çıktığında yani “Sabahlar Olmasın” adıyla bir konser, gösteri, şov neyse adı, bir şey yapmaya karar verdiğimizde dinlemeye başladım. Ve dinledikçe aslında ne kadar çok bazı şeyleri ötekileştirdiğimizi fark ettim. Arabesk müzik dinlemek, ya da fantezi müziği dinlemek ya çok “iğrenç”, ya ne kadar “kötü” düzenleme vs. diye geçirmişiz zamanı. Ben bu müzikleri bir ötekileştirmeden, önyargısız dinlemeye başladım. O zaman çok zenginleştim ve çok haksızlık ettiğimizi anladım. Sadece bu ülkede yaşayan herkesin dinlediği her türlü müziği dinledim. Özellikle de içinde içki geçen şarkılar, türküler, deyişler aradım. Bakıyordum çok türkü dinliyorum, değiştirip Türk sanat müziği dinlemeye başladım, sonra arabesk müziğe, sonra fantezi müziğe döndüm. Ve hepsinin içinde bir dramaturji yapmaya başladım. Bir izlek, bir yol haritası hani bu konser neyle başlar ve nereye gider diye düşündüğümde “Seyrüsefer”le başlayıp “Kalmak Türkü”süyle bitmesi gerekirdi. Hadi bakalım şöyle bir eğlenceli yolculuğa çıkıyoruz, size hayırlı yolculuklar, sonra da hani biz gideriz yani buralardan gideriz ama bizi kimse unutmayacak, bizi unutmasınlar diye söyledik bu şarkıları der ve gideriz diye bitirdim. O sebepten de bütün bu araştırma süresince dinlediğim her türlü şarkı aslında repertuarın bir parçası oldu. Bu albüm double albüm olacak idi sonra dedik ki yapalım bir tane ikincisi sonra gelsin. Albümde olmayan o ikinci albüm repertuarı da konserlerde var.
 
Biz milletçe öncelikle dertten içeriz. Biraz öyle biliriz. Ama sizin albümünüzdeki bütün şarkılar hem içkili, hem dertli, hem eğlenceli olmuş. Hepsi nasıl böyle hissetirebiliyor?

Evet, bu albümü dinleyen hiç kimse bedbaht olmadı. Herkese böyle bir hafiflik geliyor. Bana da bu şarkılarla öyle oldu. Dinlerken gülümsemeye başlıyorsunuz. Bu şarkılar baya insanı aşka götüren şarkılar. Sarhoş olmak sadece içkiyle olan bir şey değil. Benim annem 5 vakit namaz kılıyor. Ama durmadan bu şarkıları keyif alarak dinliyor. Tabi annem olduğu için de dinliyor ama hoşuna da gidiyor. Zaman Gazetesi’nin bir muhabiriyle röportaj yaptım. İki defa konsere gelmiş. “Sen içki içiyor musun?​” dedim “Hayır dedi. Ama çok eğleniyorum ben sizin konserlerinizde.”


OYUNCUNUN OLMAZSA OLMAZI RİTİM DUYGUSUDUR

\"\"

Siz  müzikallerde, tiyatroda şarkılar söylemiştiniz. Onları hatırlıyoruz. Sanki albümdeki yorumculuğunuz da böyle tiyatral bir tat veriyor?
Doğru.

Peki bu gayri ihtiyari gelişen bir şey mi yoksa tercih ettiğiniz bir tarz mı oldu?
Öyle olmasını tercih ettik. Çünkü bir yandan sesi sahneliyorsun. Bu da gösteri sanatları için yeni bir format arayışı, yeni bir format önermesi. Dünyada iyi aktörlerin metin seslendirmelerinin albüm olduğu pek çok örnek var. Biz de çok yok. Yeni yeni “oyuncular şarkı söylüyor” diye üst manşetler çıkıyor. Ya da  “o oyuncu şarkıcı oldu” gibi... O şarkıcıların içinde Mustafa Avkıran da var. Zaten oynarken sesi, ritmi tasarlıyorsunuz. Bir oyuncunun olmazsa olmaz şeyi ritim duygusudur. Buna bir de şarkı söylemek yeti ya da mahareti ekleniyorsa o zaman niye böyle de yapılmasın.


‘İSTANBULLU BİR ALBÜM’ DENDİ

\"\"

Albümünüz için gazino kültürünü de meyhane de kültürünü de yakıştıranlar oldu. Sizce hangisini andırıyor?
Biz bir zaman gazino kabare deyip bir şeyler kurmaya çalışmıştık. Aslında içkili, çalgılı meyhane hali var bende. Çünkü bir kaberist tavrım var, bir anlatıcı halim var. Bunu gazinolarda yaparlarmış. Öztürk Serengil’in böyle sahne almaları olmuş. Sadri Alışık da kabare yapmış. Biraz o geleneğe de dokunan, onlara bir Turist Ömer selamı selamı çakan ve illaki eğlenceli bir şeyler yaptık.

Çok eski zaman şarkıları var albümde. Şehirlerin eski dokusu, eski İstanbul’u hatırlatması... Nostalji albümü diyor musunuz?
Kesinlikle nostaljik bir albüm değil. Bu çalışma bugünün diline, bugünün müzik ruhunu yakalamaya çalışan, onun içinde kendini ifade eden bir albüm. Bir gazeteci arkadaşım “bu albüm çok İstanbullu bir albüm olmuş” dedi. Bir anda kaldım... “Nasıl? Benim yaptığım işte bütün Anadolu var” dedim. O da dedi ki; “sound çok İstanbullu ama”. Doğruydu. Sahiden İstanbullu oldu albüm. Zaten İstanbul’da yaşayan 20 milyonun herhalde 16-17 milyonuna sorsan; Sivaslıyım, Adanalıyım, Vanlıyım, Edirneliyim... diyecektir. Hepimiz bir yerliyiz. O yüzden İstanbullu. Evet eskiye de bir gönderme yapıyorum ancak çok eski değil. Galiba bugünün karmaşası, bugünün müzik beğenisi, bugünün dilini arıyorum. Hani kültürel değişim, dönüşüm dediğin şeyin aslında değişmiş hali galiba bu çalışma benim için. Buradaki sounda mesela alaturka jaz diyebilirsin ya da fasıl jaz, jaz fasıl diyebilirsin. İçinde batı çok var bu müziğin. Ama yüzde yüz doğulu.

Acaba şarkıcılık oyunculuğun papucunu dama atar mı?

Atmaz atmaz. Çünkü bunun da özünde oyunculuk var. Oyunculuğun alanlarından biri. Ha şunu itiraf ederim; bundan sonra müziksiz bir şey düşünemem.


‘OY VEREBİLİRSİN AMA İÇKİ İÇEMEZSİN’

\"\"

Alkol üzerinden yasak ve yaptırımların bu kadar gündem olduğu dönemde “içinden içki geçen şarkılar” albümü yapmak?
Düşünsenize kapağına içki koyarsan albümlerini satamazsın, işte klibini yapsan oynatamazsın, işte röportajlarda bunları konuşsan içkiyi özendirme suçundan RTÜK yasası gereği bilmem ne olursun falan gibi yaptırım ve yasaklarla dolu bir dil bilgisiyle donatılıyoruz her gün. Ben de tam bu nedenlerle içki sofrasının, muhabbetinin itibarını iade etmek istedim. Kimse burada ayıp ya da yasak bir şey yapmıyor. Benim söylediğim şarkıları yan yana getirince; Tanju Okan’ın ne kadar iyi bir şarkıcı olduğunu hatırladık, işte İbrahim Tatlıses “çok iyimiş” dedik, Müslüm Gürses çok şekermiş, Dilberay diye bir kadın var, ya o kadın sadece Flaş Tv’de program yapan bir kadın değil. O kadın barak denilen bir kültürün bu ülkedeki en önemli temsilcilerinden biri, dedik.

İçki yasakları ve muhafazakarlığın çeşitli biçimlerde ‘dayatılması’; sonuçta bu toprakların kültürü diyebileceğimiz “içki sofrası”nı nasıl etkiliyor?

Sonuçta 12 yıldır bu ülkede muhafazakar, İslam’ın çağdaş yorumlanması gibi duran bir idareyle yönetiliyoruz. Bunu yadsıyamayız. Bu sürede tabi ki bu ülkedeki muhafazakar insanlar sayıca da, fikren de arttı. İnsanların dinle ilişkileri sıkılaşmaya başladı. İdareciler özellikle yerel yöneticiler bir takım yönetmelikleri, bir takım kuralları ve kanunları belediye meclislerinden geçirip onları güncelliyorlar. Sigara ve alkolle ilgili de böyle düzenlemeler yapıldı. Bunlar tamamen sağlıklı olmaya yönelik, toplumu kötü alışkanlıklardan kurtarmaya yönelik, pozitif yasalar olarak tanımlanıyor. Ama içinde gizli bir tehdit var. Çünkü, 24 yaşından küçükleri bir içki firmasının sponsor olduğu festivallere almıyorsunuz ama 18 yaşında seçmen yapıyorsunuz. O aradaki çatışma noktasını, paradoksu görmezden gelmiyor değiliz. Şöyle deniyor; “Evet, sen seçebilirsin ama içki içemezsin”, “onu yapabilirsin ama şunu yapamazsın”. Sürdürülebilir bir demokrasiden nasip alamadığımız için oluyor bunlar.


ESKİYEN YASALARIN YERİNE SAĞLAMASI YAPILMADAN YENİLERİ KONUYOR

Bu yasakların sanattaki izdüşümleri  var. İşte en son Onur Ünlü’nün filmine önce  +18 sınırı getirildi. Sonra neye göre olduğu anlaşılamayan +15 sınırına çekildi?
Ne acayip değil mi? Kendi durduğum yerden şöyle kodlayabilirim; Cumhuriyetin bütün kurumları 90 yılda, yani 20’lerde, 30’larda, 40’larda yapılmış yasalarla yönetiliyordu. Dolayısıyla bu yasalar ve bu yasalarla oluşturulan kurumlar eskiyor. Yargı için de eğitim için de böyle. Yani bu eskimiş yasalar güncellenirken fakat ne yazık ki yerine sağlaması yapılmadan yenileri koyuluyor. Yoksa nasıl açıklarsınız eğitim sisteminin 10 yılda 6 ya da 7 defa değişiyor olmasını. KPSS kaldırılıyormuş diye yeni bir şey duydum. KPSS nedeniyle intihar eden ve yıllardır iş bulamayan, hepsi nerdeyse ruh hastası olan yüzlerce, binlerce belki milyonlarca genç insan, KPSS sınav sonuçlarını bekliyor. Madem böyle olacaktı o zaman niye yıllarca biz bu mengeneye sıkıştırıldık da insanlar bu kadar mutsuz oldu.


ALBÜM BİRAZ YOLUNU ALSIN...

Çıkında bekleyen; tiyatroda, sinemada yeni çalışmalar var mı? Hani belki albüm şarkılarının fon müziği olduğu...
Bu aralar tabi albümün itkisiyle, ivmesiyle çok şey konuşmaya başladık. Ama biraz zamana bırakmak lazım. Şu albüm biraz dinlensin, yolunu alsın... Etkisi ne oluyor? Onu görmek hissiyatındayım daha çok. Konser bile bu ara yapasım yok. Mayıs’ta bir tane yapalım istiyorum ama yarın ya da bir hafta sonra yapasım yok. Ben bir durmak istiyorum. Bu arada onlar düşünülecek tabi. Yani çok şey yapılabilir albüm şarkıları üzerinden, çok etli bir yer orası. Özetle proje çok ama önümüzde bir takvim yok. Ama takvimlendiririz. O zaman bir daha konuşuruz,  bahane olur.

Albüm fotoğrafları: Fethi İzan

Evrensel'i Takip Et